İftar için ekmek aldıktan sonra fırından çıkarken hüzünlü bir ses duydum: "Bana bir parça ekmek ver." Sesin geldiği yöne baktım; başı öne eğik, ayağındaki yapışkanlı terlik soğuk bir şekilde duran bir kadın. Kalbim tekledi. Tutkal çantanın içindeki güveçten çıkan tafta ateşi gibi tüm vücudumu yakıyordu. Geriye veya ileriye nasıl gideceğimi bilmiyordum.

Bir sevdiklerimiz, bir komşumuz, bir komşumuz, bir yurttaşımız, bir yabancımız aç, susuz, yalnız, hasta, bakıma muhtaç olabilir. Biz de "Hâlâ fakir ve muhtaç mı?" diye sorduk. merak ediyoruz. Sofrayı hazırlarken israfı düşünmeden, israfı düşünmeden, tatlıyı ekşiyi, acıyı tuzluyu, koyu sıvıyı, faydalıyı ve zararlıyı düşünmeden yemeği döküyoruz. İftarda kimozar yarışmalarına katıldık. Ona kartopu diyelim. Ellerimizin ne kadar uzun olduğunu göstermek için orucu bozmak, bağışta bulunmak gibi Allah'ı memnun edecek şeyler kullanırız.

Bazen ünlü huzurevlerinde orucumuzu açıyoruz. Düşünceli insan: Yemekhanede herkesin gözü önünde orucunu açıp sevabını almak isteyenlerin riyaya izin verdiklerini hiç düşünmedin mi? (Bu durumlarda erkekler akşam namazını düşkünler evi çevresindeki camilerde kılsalar bile kadınların ibadetinin kaza olduğu konusunda sessiz kalmıyoruz). Bazıları iftar sofralarının fotoğraflarını çekip internetteki kişisel sayfalarında paylaşıyor, "beğeni" topluyor, "ün" kazanıyor...

Çocukluğumda annem elime para koyar ve bir dilenciyi işaret ederek şöyle derdi: "Bunu o dedeye ver. Dua ederse niyetinizi söyleyin ve "Amin" deyin. Ben de hayattaydım. Babama olağanüstü bir şey yapmışım gibi övündüğümde annem şöyle dedi: "Herkese sadaka verdiğinizi söylerseniz niyetiniz kabul olmaz." Ben falan dilenciye para verdim diye kimseye övünmedim. Çocukluğun güveninde, samimiyetinde, performansında ikiyüzlülük yoktur. Ancak büyüdükçe eylemlerimiz "İnsanlar ne diyecek?" sorusuyla ağırlık kazanır. düşünceyle ölçeriz. Başkalarını memnun etme, kim olduğumuzu gösterme arzusu eylemlerimizi karıştırır.

Keşke Allah'ın rızası arzumuz olsa! Keşke yaptıklarımız insanların övgüsü için değil, Rabbin lütfu için yapılsaydı! Kimseye söylemeden ihtiyacı olanlara yardım etmek!

Hastanelerden bir günlük ilaç alıp, çocuğunun tedavisi için her şeyini satıp borç altına giren çok insan var. Sözleşmeli olarak okuyan öğrenci yeğenimiz, birkaç yıldır evinin çatısını kapatmayan kardeşimiz ve geçim sıkıntısı ve çocukları endişesi nedeniyle tedaviyi erteleyen ablamız, önümüzde yaşıyor. Cömertçe yazdığımız kahvaltı ve iftar sofrasına harcanan para onların sorununu kolaylaştırabiliyor. Biz ise ödülü uzaklardan, karı karanlıktan aramakla meşgulüz.

Hatta yaşlı, muhtaç, kimsesiz insanların durumları hakkında bilgi almak, evlerini süpürüp temizlemek, bir kaşık yemekle onları neşelendirmek; evlerini tamir edemeyen dul kadınların küçük çocuklarıyla birlikte ihtiyaçlarının karşılanması; elektrik, doğalgaz, vergi ve diğer ödemelerin zamanında ödenmesi, arsa-komşu ücretine uyulması da bir liyakattır. Bu tür ödemeleri karşılayamayan ve eli kısıtlı olan birçok insan var. Sorumlu kurumlardan bir temsilci gelip kapıyı çaldığında "gösteriye" koşuyoruz. Böyle insanlara yardım etmek, borçlarını silmek aslında bir meziyettir...

Elimi tafta ateşi gibi yakan patire bakarken şöyle düşündüm: Az önce gördüklerim, mübarek ayın maaşını ödeyemeyeceğimi gösteriyordu. İhtiyaç sahiplerine elimden geldiğince yardım edemediğimi düşünerek kendimi inceliyorum. Peki ya sevgili çağdaşım, Ramazan'ın mahiyetini anladın mı?

Umida Adizova

Konuyla ilgili