Son dönemde sakallı vatandaşların kolluk kuvvetleri tarafından sorguya alındığı ve sakallarının tıraş edildiğine dair çok sayıda haber duyuyoruz. Bunun gerçek nedeni nedir? Tepedeki insanlar sakallı erkekleri sevmiyor mu? Yoksa bu da İslamofobinin bir tezahürü mü?

Olaya sosyal ve hukuki açıdan bakacağız. Yani vatandaşların sakal veya bıyıklarına ve genel olarak saçlarına yönelik ciddi baskınlar, özellikle de camiden çıkanların tavşan avlar gibi "yakalanması" çok komik ve çirkin görünüyor.

Bu durum toplumsal açıdan utanç verici ve saçma olarak değerlendirilebilir. Çünkü toplumda sakallı bisikletçiler, serseriler, başka milletlerden temsilciler, kiliseden veya sinagogdan çıkan dindarlar var ancak bazı nedenlerden dolayı kolluk kuvvetlerinin bu konuda Müslümanlara yasak getirmesi birçok soru ve itiraza neden oluyor. Hatta geçtiğimiz günlerde Müslüman kılığında sakallı bir Alman turiste kurumumuzun görevlileri tarafından yapılan saldırı, uluslararası sosyal ağlarda geniş tartışmalara neden olmuştu. Bu tür olaylar ülkemizin itibarını etkilemez. Sosyal açıdan bakıldığında bunun sıradan insanların iradesini ifade etmediği, daha ziyade toplumdaki yetkililere karşı güvensizliğin ve öfkenin artmasına yol açtığı ortaya çıkıyor.

"Ülkede sakallı veya başörtülü kadınların sayısı artıyor, gençler arasında da artıyor" ifadesi sosyal bilimlerle ve gerçek durumla karşılaştırıldığında bunun gerçeklerden uzak olduğu ortaya çıkıyor. Genelde hiç kimseye birinin yüzündeki saça, başındaki basit eşarpa dokunma hakkı verilmez! İnsan toplumdaki kişisel alanına ve yerine sahip olmak ister ve eylemleri başkalarına zarar vermiyorsa yasaktan söz edilemez değil mi?! Bu durumda bile bazı kişiler halk arasında suni korku ve absürt durumlar yaratmaya çalışıyor. Müslüman sakalının veya tesettür başörtüsünün toplum için "tehlikeli" olduğu söyleniyor. Şimdi mantıklı düşünün, bir insanın saçları ve sade kıyafetleri nasıl tüm toplum için tehdit oluşturabilir?!

Bu konunun sosyal boyutu ayrı bir büyük konudur ve Müslümanlara yönelik bir ayrımcılık biçimidir.


Örneğin:

- Bu tür zulümler toplumda memnuniyetsizlik duygusunun artmasına neden olabilir ve bu da toplumsal entegrasyonu zorlaştırabilir;

- belirli grupların kendilerini zulüm altında hissetmelerine ve toplumun kutuplaşmasına neden olabilir;

- Bu tür zulümler toplum ile iktidar arasında mesafeye neden olmakta ve aralarındaki gerilimi artırmaktadır;

-Toplumdaki sosyal adaletsizlik duygusunu artırır.

Konunun hukuki tarafı daha kapsamlı ve alakalı, mevcut davalardan yorum ve örnekler içeriyor.

Özbekistan Cumhuriyeti Anayasası'nın 19. maddesi şöyle diyor: "Özbekistan Cumhuriyeti'nde insan hakları ve özgürlükler, uluslararası hukukun genel kabul görmüş normlarına ve bu Anayasaya uygun olarak tanınır ve garanti edilir. İnsan hak ve özgürlükleri doğuştan itibaren herkese aittir.

Özbekistan Cumhuriyeti'nde tüm vatandaşlar cinsiyet, ırk, milliyet, dil, din, inanç, sosyal köken ve sosyal statüye bakılmaksızın aynı hak ve özgürlüklere sahiptir ve kanun önünde eşittir.

Bu yazıyı yorumlayalım (çünkü yorumu yapması gereken Anayasa Mahkememiz "uyuyor").

Makalede Özbekistan'da yaşayan her kişinin (kim olduğuna, vatandaş, yabancı, dindar veya dindar olmadığına bakılmaksızın) uluslararası hukukta (yani İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, insan hakları sözleşmeleri vb.) tanınan haklara sahip olduğu belirtiliyor. .) ve bu haklar Özbekistan Cumhuriyeti tarafından garanti edilmektedir, yani sağlanmaktadır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin ve evrensel olarak tanınan uluslararası hukuk ilke ve normlarının Özbekistan Cumhuriyeti hukuk sisteminin bir parçası olduğu ve Özbekistan topraklarında yasal olarak bağlayıcı güce sahip olduğu unutulmamalıdır.

Örneğin İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 3. maddesinde "Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır" denilmektedir. Kişisel mahremiyet, "kişinin özel hayatına (kıyafet, yürüyüş, eşya, kişisel aletler dahil) uyarı yapılmaksızın ve herhangi bir yasal dayanak olmaksızın müdahale edilmemesi" olarak tanımlanmaktadır. Ayrıca Özbekistan'ın tüm vatandaşlarının cinsiyet, ırk, milliyet, dil, din, inanç, sosyal köken, sosyal statüye bakılmaksızın kanun önünde eşit olduğu ifade ediliyor. Diyelim ki, tıraş olma konusunda bir karar verildi, aslında böyle bir karar uluslararası hukuka ve anayasaya tamamen aykırıdır. Bu kararın sadece camiden çıkanlar yani Müslümanlar için değil, toplumun tüm kesimleri için uygulanması gerekiyor. Buradan sakallılara yönelik herhangi bir protesto veya eylemin uluslararası hukuka ve Anayasa ile güvence altına alınan insan haklarına tamamen aykırı olduğu açıktır.

Ayrıca Anayasa'nın 20. maddesinde "Kişinin Anayasa ve kanunlarda tanınan hak ve özgürlükleri dokunulmazdır ve hiç kimsenin bunları mahkeme kararı olmaksızın yoksun bırakma veya sınırlama hakkı yoktur" ifadesi yukarıdaki düşüncemizin temelini oluşturmaktadır. görüşler.

Anayasamız en temel ve önemli belgelerden biridir ve hiç kimsenin bunu göz ardı etme veya mevcut gerekleri yerine getirmeme hakkı yoktur!

Ayrıca, bu yılın 13 Temmuz - 13 Ağustos tarihleri arasındaki dönemde, Özbekistan Cumhuriyeti İdari Sorumluluk Kanunu'nun "Kamuya açık yerlerde bulunma" başlıklı 184. maddesinin 4. paragrafına dayanarak Özbekistan idare mahkemeleri tarafından 15 idari dava değerlendirildi. Kimlik tespitine izin vermeyecek şekilde." Özellikle karşılıklı zorbalıkla ilgili 5 dava açılmış ve Ceza Kanunu'nun 184. maddesi yani zorbalığı yapan kişiler sakallı oldukları için kovuşturmaya esas alınmıştı. Örneğin, bir idari davadan alıntı yapıyoruz:

"Dava belgelerine göre 26 Nisan 2024'te Jizzakh bölgesindeki dini çevrenin sağlığına yönelik özel önleyici tedbirler sırasında Asrorov Asror Asrorovich'in (kişinin adı değiştirildi) sakal bıraktığı tespit edildi. Cizzakh şehrinin Zargarlik mahallesinde halka açık bir yerde kimliğinin tespit edilmesine imkan vermeyecek şekilde olayla ilgili idari rapor düzenlendi." Başörtüsünün tıraş edilmesinin veya çıkarılmasının dini çevrenin sağlığı açısından önleyici bir tedbir olarak anlaşıldığını gören herhangi bir avukat veya diğer profesyonel.

İyi haber şu ki, 10 idari davadan 2'sinde (güçlü hukuk bilgisine sahip hakimler) mahkeme, Medeni Kanun'un 184. maddesinin sakala uygulanamayacağına karar vermiştir.

Ceza Kanunu'nun 184. maddesinin suç olmaktan çıkarılması veya tasarruf kısmının açık ve net bir şekilde yazılması arzu edilir. Aksi takdirde yukarıdaki iki olayda da belirtildiği gibi saflıklarından, haklarını bilmemelerinden ya da sakal ve başörtüsü takma sorumluluğunun olmadığını bilmemelerinden dolayı birçok vatandaş mağdur olacaktır. Adaletsizliğin, saçma eylemlerin ve mahkeme kararlarının nedeni vatandaşların devlete ve mahkemeye olan güveninin kaybolmasıdır.

Bu hataların bir an önce giderilmesi gerektiğine inanıyoruz.

Yabancı deneyimlerde, örneğin Alman hukukunda sakalın kaldırılması, kişinin mahremiyetine yönelik açık bir ihlal ve tehdit olarak kabul edilir. İsviçre federal mahkemesi de bir kişinin tıraş olmasını talep etmenin mahremiyetin ağır ihlali olduğuna karar verdi.

Özel hayatın gizliliği hakkına yapılan müdahalenin düzeyinin orantılılığının kontrol edilmesi gerekmektedir. Tıraş olmanın zorunlu olduğu durumlar da olabilir; örneğin bir casusun kimlik tespiti ve adli tıp muayenesi için yakalanması gibi. Bu tür bir siyasi müdahale, eğer genel amaç yüksek sosyal öneme sahipse haklı görülebilir. Ayrıca ayrı normlar benimsendiğinde bunların hangi durumlarda kaldırılması gerektiğinin belirtilmesi ve orantılılık ilkelerine uyması gerekmektedir.

Yukarıdakilerden yola çıkarak, bir kişinin sakalını tıraş etmek, tıraş etmek veya soruşturmaya götürmek; tüm bunlar kamu hukuku ilkelerine, uluslararası hukuka, insan haklarına ve Özbekistan Cumhuriyeti Anayasasına aykırıdır.

Konuyla ilgili